Ebru Sanatının Dünya Çapında Tanınmasını Sağlayan Sanatçı Hikmet Barutçugil İle Röportaj
Ebru sanatının tüm dünyada tanınmasını sağlayan sanatçı Hikmet Barutçugil, ebrunun ana sanat dallarından biri olduğuna dikkati çekerek, "Ebru geçmişte sadece kağıtta sıkışıp kalmış fakat doğru yöntem, doğru boyar madde kullandığınızda bence ebrulanmayacak yüzey yoktur. Şimdi ebru sanatında başka sanatlarla birleşerek büyük bir açılım oldu." dedi.
Kültür, sanat, bilim, spor, siyaset ve iş dünyasının duayen isimlerini "Türkiye'nin Çınarları" projesi kapsamında fotoğraflayan Anadolu Ajansı, ebruzen Hikmet Barutçugil ile bir araya geldi.
Barutçugil, sanat hayatının dönüm noktalarını, ebru sanatının geçmişini ve bugününü AA muhabirine anlattı.
Dünyaya gözlerini açtığı Malatya'da, çocukluğunun ilk 10 yılını geçiren Barutçugil, çocukluğundan itibaren el becerisi olduğunun söylendiğini belirterek, "Büyük bahçeli kerpiç bir evde otururduk. Çocukluğumda hayal ettiğim Malatya şimdi maalesef yok. Bahçemizde değişik lezzette kayısı ağaçları vardı." diye konuştu.
"Ebruzenliğimin yanında mücellitliğim de var"
Sanatçı, bahçedeki küçük süs havuzuna attığı kayısı yapraklarına elindeki çubuklarla şekil vermeye çalışmanın en büyük çocukluk hobisi olduğunu aktararak, şunları kaydetti:
"Sonradan fark ettik ki meğerse ebrunun zemin oradan başlamış. Suyun üstünde bir şeyler yüzdürüp bir şeyler şekillendirmeye orada başlamışım. 10 yaşındayken ailece İstanbul'a göç ettik. 10 yaşında ilkokulu bitirdim. Benden 2 yaş büyük abimle beraber başlamıştım okula. 10 yaşındayken ilkokul bitti ama tabi bu arada eğitim zayıf kaldı ki okuma alışkanlığım olmadı. O yıllarda yaz tatillerinde çocuklar işe girerdi, ailenin maddi ihtiyacından değil hayatı öğrensinler diye. Ben de bir mücellithanede çalışmaya başladım. O bilgileri hala devam ettiriyorum. Ebruzenliğimin yanında mücellitliğim de var. Tüm ailem hukukçuydu. Rahmetli babam da noterdi. Ben de çocukluğumdan beri babamın hep sağ koluydum. O, Bakırköy 2. Noteri olarak tayin edildi. Onun yanında çalışmaya başladım. Önce temizlik işiyle başladım. Daha sonra daktilo öğrendim. Veznedarı ve başkatibi oldum."
Barutçugil, hukuk ya da iktisat okuması beklenirken, teyzesinin kızını güzel sanatlar sınavına götürdüğünde hayatının değiştiğini vurgulayarak, "Teyze kızım mimar olmak istiyor. Çocukluğundan beri ona hazırlanıyor Ankara'da yaşıyorlar. Sınav zamanı teyzem aradı, 'Aman Ayşe'yi yalnız bırakma. İstanbul'u bilmez. Götür, kaydını yaptır.' dedi. Güzel Sanatlar Akademisine gittik. Oraya ön kayıt yaptırıp sınava girilecek. Okula girince deniz kenarında olmasından etkilendim. Biraz dolaştım sağda solda, atölyelerde çocuklar çalışıyorlar, çamurlarla oynuyorlar, resimler, heykeller falan... Okul birden çok hoşuma gitti. Baktım puanım da tutuyor. Teyzemin kızını imtihana getireceğim, oturup arabada bekleyecektim. 'Ben de kaydolmak istiyorum.' dedim. 'Hangi bölüm?' diye sordu, birden dondum. 'Ağabey neler var?' dedim. 'Tekstil olsun' dedim. Hiçbir beklentim yoktu. 15-20 gün bir zaman geçti, sonuçları öğrenmeye gittik. Ayşe gitti bakmaya, ben arabada bekliyorum. 15-20 dakika sonra geldi, kapıyı sertçe çarptı oturdu. 'Seneye bir daha girersin üzülme.' dedim. 'Sen beşincilikle kazanmışsın. Ben 32. yedek.' dedi. 'Ben neymişim be?' dedim. O da girdi sonra, endüstri tasarım okudu. Çok güzel işler yaptı. Bu hayatımda bir dönüm noktası oldu." dedi.
"Akademide öğrenci olmanın getirdiği bir sürü faydasını da gördüm"
Emin Barın'la öğrenciliğinin ilk yıllarında tanıştığını ifade eden Barutçugil, geleneksel sanatlara Emin Barın'ın yönlendirmesiyle ilgi duyduğunu söyledi.
Usta sanatçı, ebru sanatıyla Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki hat levhalarını incelerken tanıştığını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O zaman gönlüme bir aşktır düştü. Emin Hocam'a 'Ebru nedir?' diye sordum. 'Su üzerine yapılır evladım.' dedi. O yıllarda da bir tek kişi bu işle ciddi olarak uğraşıyor. O da Mustafa Düzgünman, Üsküdarlı bir attar. Benim de tek bildiğim şey, su ve boya. Kaynak, kitap, hiçbir şey yok. Elime nasıl bir su, nasıl bir boya geçtiyse suyun üstünde yüzdürüp onları bir kağıda aktarmaya çalıştım. Tabii çıkanlar evvelkilerin hiçbirine benzemiyor. Çıkanlar da hoşuma gidiyor ama ne olduğunu ben de bilmiyorum. Akademide öğrenci olmanın getirdiği bir sürü faydasını da gördüm. Bu denemeler iki sene kadar devam etti. 1975 yılı Bilim ve Teknik Dergisi'nin mayıs sayısının kapak fotoğrafı benim yaptığım ebrulara çok benziyordu. O anda fark ettim ki bu tabiatta var olan bir şey. Mikro ve makro kozmos arasındaki sonsuzlukta bu görüntüler var. Toprak katmanlarından tutun mikroskoptaki kan hücresinin 4 bin kere büyütülmüş fotoğrafında bir battal ebruyu görüyorsunuz. Emin Hocam'dan çok büyük destek gördüm."
İlk sergisini hocası Emin Barın'la açmayı planladığını ancak Barın'ın ömrünün vefa etmediğini aktaran sanatçı, beraber üreterek, birkaç imzalı eserler yapmayı kendisinin de bir gelenek olarak talebeleriyle sürdürdüğünü dile getirdi.
Hikmet Barutçugil, ebru sanatında kendi tekniğinin "Barut Ebrusu" olarak isimlendirildiğini ifade ederek, "Ebru bence resim, müzik ve mimari gibi bir ana sanat dalının adı. Geçmişte sadece kağıtta sıkışıp kalmış fakat doğru yöntem, doğru boyar madde kullandığınızda bence ebrulanmayacak yüzey yoktur. Şimdi ebru sanatında başka sanatlarla birleşerek büyük bir açılım oldu. 17 yedi sene süren bir çalışma sonunda ebrunun nasıl yapıldığını anlatan bir kitap çıktı. İnsanlar o kitaptan takip ederek ebru yapmaya başladı." şeklinde konuştu.
"Büyük bir hazineyi kilitlemiş, üstüne oturmuşuz"
Ebrunun ilk adının "Türk kağıdı" olduğunu vurgulayan ve tüm dünyada geniş kitlelere ulaştığını söyleyen Barutçugil, 1992'de ABD'de düzenlenen Uluslararası Ebru Kongresi'nin açılışında "İslam Sanatlarının Estetik Prensipleri" başlıklı bir konuşma yaptığını kaydetti.
Usta sanatçı, dünyanın ebruyu Türk sanatı olarak bildiğini ve bunun kalıcı mekanı olarak İstanbul Ebru Evi'ni kurduğunu söyledi. Ebru Evi'nin gelecekte müzeye dönüşeceğini sözlerine ekleyen Barutçugil, "Biz kültür ve sanatta uluslararası olmak istiyorsak önce ulusal olmak zorundayız. Onların yaptıklarını taklit ederek yaranmaya çalıştık, maalesef başaralı olamadık. 1990'lı yıllarda gittiğim ülkelerde insanlara 'Türk kültürü hakkında ne biliyorsunuz?' diye sorduğumda, 'Şiş kebap, rakı, göbek dansı, lokum' diyorlardı. Biz büyük bir hazineyi kilitlemiş, üstüne oturmuşuz ve dilencilik yapmışız. Şimdi insanlarımız özünün farkına varmaya başladı. Son 500 yılda ebru sanatında 5 kişiden bahsederken bugün 15 bin kişi olduğu tahmin ediliyor." değerlendirmesinde bulundu.
Batı sanatlarının göze, Doğu sanatlarının ise gönle hitap ettiğinin altını çizen Barutçugil, İslam sanatlarının özünde ilahi güzelliği arayış çabası olduğuna vurgu yaptı.
Usta sanatçı, mutasavvıf yazar Ahmet Yüksel Özemre'nin "Ebru Duası"nı da okuyarak, sözlerini tamamladı.